NERMİN'İN PENÇELERİ (ÖYKÜ)
NERMİN'İN PENÇELERİ
El beynin bir uzantısı değil mi?
Ece Ayhan
"O ne kalçalar o ne yuvarlak hatlar!" Aşkın Metafiziğini* okumuş muydu bilinmez ama Bolat o kızı kafaya takmıştı. Mutlaka tanışmak istiyordu. Âşık olmuştu herhalde. Niyeti ciddiydi. Evlenebileceği bir kızdı. Araştırmaya koyuldu. Hukuk fakültesinde okuduğunu öğrendi. Arkadaş çevresi düzgündü. Güzeldi, akıllıydı, daha ne olsundu. Sonraları damarına basıldı mı fevri hareketleri olmuştu ya o kadar olurdu. O'na yakışacak bir eşti işte. Eh kendisi de varlıklı bir ailenin tek oğluydu. Mühendislikte son sınıfa gelmiş yakışıklı bir gençti. Fırsatını bulup Nermin'le tanıştı. Kampüs içi yürümeleri, ders çalışmalar, kafelere gitmeler derken birbirlerine yaklaşmaya başladılar. Bolat okulu bitirdi. İlk günkü gibi ilgili, istekliydi. Kız ise bin yıllık tecrübeyle yaklaşmıştı bu gönül ilişkisine. Daha iyisi çıkana kadar elde tutuyordu oğlanı. Pek öyle ahım şahım bir aday değildi onun için anlayacağınız. Bazı konularda kafası çalışıyordu, hele sayısal meselelerde iyiydi doğrusu. Borsaya, paraya, yatırıma aklı eriyordu. Mesleğinde de başarılı olacak biriydi. Nasıl kendisiyle tanışıp işi son aşamaya getirmişti, işinde de böyle ilişkiler kuracak yeteneğinin yetmediği yerde kulis çalışması yaparak istediği terfileri tek tek alacaktı. Gerekirse yalan söyleyecek, dolap çevirecek menfaatinin saltanatına dokundurtmayacaktı. Aileden almıştı özelliklerini. Daha ilk karşılaşmalarında babası değil miydi kendinden emin emin "Bu çağda büyük hedeflere küçük yalanlar kurban edilebilir" diyen? Bolat da ailesine hep saygılı sevgili olmuştu, olacaktı da. O muydu Nermin'in istediği koca acaba?
Nermin bunları aklından geçiriyor, kendisi için hayır mı şer mi olduğu endişesi ona kara bir bulut gibi çöküyordu. Yaş yirmi sekize gelip dayanmıştı. Şurada üç beş yıla evde kalacaktı. Bunca yıl yok mastır yok doktora deyip oyalamıştı o ruhsuz adamı. Başka kısmet de çıkmamıştı karşısına. Elde başka bir şey yoktu işte ne bok yersin? Kendi ailesi onaylamıştı oğlanı oysa. "Daha ne istiyorsun kızım?" diyorlardı. Onlar bir taraftan, Bolat bir taraftan bu yaz nişana razı etmişlerdi Nermin'i. Hazırlıklar yapılmış, gün kararlaştırılmıştı. Âdet yerini bulsun diye nişan yapacaklar aylar sonra da düğün olacaktı. Yaz geldi geçti. Nişanlandılar. Bolat zafere adım adım yaklaşmıştı. Artık düğün hazırlıkları yapılıyordu ağırdan. Bu arada Nermin’in iş başvurusu kabul edilmiş, büyük ölçekli Zomestrişka adlı şirkette işe başlamıştı. Bir yandan iş hayatına adapte oluyorken bir yandan da yazgısına doğru hızlı trenle yolculuk halindeydi.
Nermin'in günleri böyle iki arada bir derede geçip giderken Bolat'ın yakın arkadaşı onları düğünlerine davet etti. Bolat en şık takım elbisesini, boylu poslu Nermin de güzel abiye kıyafetlerinden en eskisini giymişti. Makyajını yaptı, uzun tırnaklarını cilaladı. Hem işyerinde yoğunlaşan işlerinden hem de malum evlilik meselesinden stres altındaydı. Dudağının içinde pamukçuk oluşmuştu. Dudağına ruj sürerken pamukçuğa bastırınca canı yandı. Bolat merakla nişanlısına baktı. Durumu anlattı Nermin. Makyajı kısa keserek beş dakika sonra hazır olduğunu söyledi. Lüks sayılabilecek bir mekânda arkadaşlarının nikahları kıyıldı. Nikahtan sonra yeme içme, sohbet derken sonlara gelindi. Bolat oturduğu masada gözlerini ayakta sohbet halindeki güzel nişanlısından alamıyordu. Bekar geçen her gününü zarardan saydı. Neden bu nikah onların değildi ki, hangi sebeplerden uzamıştı kavuşmaları? Böylesine derin tahlillere girmenin zamanı olmadığının farkına vardığında oturduğu yerden ayağa kalkıp Nermin’in yanına gitti. Bolat en azından Nermin'i kuytu bir yere çekip öpüşmek istiyordu. Nermin de madem nişanlıyız diyerek pek karşı çıkmadı. Bolat kızı ani hareketle kendine çekti. Boyları neredeyse aynıydı. İki beden yaklaşmış Nermin ellerini Bolat'ın yanaklarına bastırmıştı. Bolat şehvetle dudaklarından öperken kızın pamukçuğuna dikkat etmedi. Nermin şiddetli acının etkisiyle daha önce görülmemiş bir refleks gösterdi. İki elinin işaret parmağının tırnaklarıyla Bolat'ın yüzünde bir buçuk santimetre derinliğinde bir santimetre eninde iki standart delik açtı. Nermin'in tırnakları Bolat'ın ağzının içinde birbirini selamladı. Bu kez Bolat acıyla çığlık attı. Ağzı yüzü çarşamba çanağına dönmüştü. Konuklar oraya hücum ettiler. Bolat hızlıca tuvalete kaçtı. Olay yerinde hemencecik onlarca insan toplanmıştı. O sırada itişen iki alkollü kavgaya tutuştu. Biraz kan da onlar akıttı. Kaç el atıldığını bilmediğimiz silah sesleri düğünün finalini haber verdi. Olaylar yatışınca polis geldi. Kavgaya karışanlar birbirlerinden şikayetçi oldu. Tabii Bolat'ı da götürdüler. Bolat'ın ifadesi alınırken polis memuru olayın nasıl olduğunu sordu. "Nermin..." dedi. Bir şey anlamayan memur yeterli süre bekledikten sonra sorusunu yineledi. "Mermi." dedi Bolat. "Sanırım düğünde atılan mermi çekirdeği yanaklarımı deldi geçti." Nişanlısını öperken canını yaktığını onun da bu yüzden façasını bozduğunu söylemeyi kendine yediremedi. Kimseden şikayetçi olmayıp haline ağlamayı tercih edeceğini bildirerek karakoldan ayrıldı. O, karakoldan ayrıldıktan sonra Nermin de ondan ayrıldı. Karşılıklı olarak bohçalar iade edildi. Nermin Bolat'ın bohçasını kargoya verdikten sonra sırtındaki bir yükü devretmiş olarak, ancak kime devrettiğini bilmeyerek evine geldi. Silahlarını yağladı. Öptü onları. "Aferin size... Bunca yıldır benim yapamadığımı yaptınız, kurtardınız beni, demek ki hayırlısı böyleymiş" dedi. İşe gitmek üzere paltosunu giydi. Boy aynasında kendine baktı. Omuzlarına düşen saçları, boynuna doladığı şalı lacivert tayyörünü tamamlıyordu. Yaptığı hafif makyaj güzelliğini destekliyordu. Alımlı, hoş gözüküyordu. Tekrar tekrar alıcı gözlerle baktı aynaya. Sanki eksik olan bir şeyler vardı yine de.
(*) Arthur Schopenhauer'un Türkçeye çevrilmiş bir kitabı
Yorumlar